PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Allahın beyti kabe midir?


muvahhit
12. July 2009, 02:13 PM
Selamlar,


şimdi sizlerle bir ayeti paylaşmak istiyorum,bu ayet net olarak bir HABER vermektedir,bu haberin verilişindeki ana gaye;
Allaha inandım diyen kişinin,inancında bir yamukluk olup olmadığını,bu ayete bakarak test etmesinin gerekliliğidir.

ayete bakalım;

''Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe siz birre eremezsiniz, maamafih her ne infak eyleseniz şüphesiz Allah onu da bilir.''(Al-i imran 92) 3/92

ve benzer bir ayet;

''Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.'' (İnsan 8) 76/8

“Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan 9) 76/9

Şimdi bakalım,

Bu insanlar ellerindekini diğerleriyle paylaşıyorlar,elbet bazı insanlarda paylaşıyor ancak burada önemli bir nokta var;bu paylaşanlar üzerine basa basa bir karşılık/minnet/saygı beklemediklerini söylüyorlar..

Bu nasıl bir psikolojidir?
Bu psikolojiyi anlamış olanlar gerçeği yakalayanlar mıdır?

İnsan paylaşır,tamam ancak seve seve isteyerek canı gönülden paylaşmak için bir idrak bir bilinç gerekmez mi?

öyleyse yüce Mevla 3/92 de

şöyle mi demektedir?

''Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar Allahın dinine tabi olmanın ne olduğu bilincine varamadığınız sürece istesenizde(kuranda okusanız,namazda kılsanız,iyilik yapsanız ve hatta iyi olsanız ve hatta dini yaşayacağım diye ruhbanda olsanız yinede/birre nâil olamazsınız/yinede Allahın Mutlak Salat Dairesine/Razı olduğu hale gelemezsiniz/giremezsiniz/girmiş olmazsınız. ve her ne şey infak ederseniz şüphe yok ki, Allah Teâlâ hakkıyla bilir.

Bu ayette bir BİLİNÇ ten bahsediliyor,yakinen bilmek,yakinen yaşamak.

Peki nedir bu bilinç?
Bu bilinci nasıl yakalarız?Bu idrak haline nasıl ulaşırız?

Ben dilim döndüğünde anlatmaya çalışayım..

İnsana bu bilinci kazandıranın;

Tüm evrenin salat ve tespih ettiğini düşünme eylemi olduğunu farkediyorum..öyle ki kişi, her zerrenin salat ve tespih ettiğini düşündüğünde ve hele de Salatın,tesbihin ne olduğunu anladığında bu üst düzey bilince ulaşması ve gerçeği yakalaması asla zor olmuyor...

İçten gelerek paylaşma kesinlikle bir gerçekliği yakalama halidir..neyin hangi sistem ve düzenin içinde olduğunu gönül gözleriyle idrak edebilmek.

Ben şahsım adına şu yaşamı kısaca şöyle değerlendiriyorum..

Dünyadaki tüm eşyalar insana salat/destek/yardım ediyor,İnsanın organları bile insanın o anlayan öz denilene salat ediyor,

Gözün sana salat etmezse sen göremezsin ve kendini koruyamaz kendine bile yardım edemezsin yani diğer azaların sana salat etmeyi sürdürsede,sen yinede tam anlamıyla desteksiz yaşayamazsın,kesinlikle bir yardıma bir ele ihtiyaç duyarsın.

Kulakların sana salat etmezse sen yine eksik kalırsın konuşmayı öğrenemez söyleneni anlayamazsın.

Sinirlerin sana salat etmezse sen olduğun yerden kalkamaz ve yardımsız yaşayamazsın..

Salat dediğimizde,anlamamız gereken şudur;

Allahın salatı ve yarattıklarının salatı..

Allah, inandım diyenlere has kıldığı salatını/yardımını desteğini ulaştıracağını söylüyor..ve Allahın yarattıklarıysa bizim hayatta kalabilmemiz için yardımcı ve destekçi oluyorlar..bu yaratılanların içine, bizim kalbimiz gözümüz ayaklarımız yani tüm organ/uzuvlarımız da dahildir..

Güneşli bir günde bir ağacın gölgesine sığındığımızda,aslında olan şudur;
Biz ağacın gölgesine kaçarak,Ağacın bize salat etmesine sebep oluyoruz,evet ağaç bize gölgesiyle meyvesiyle doğaya bıraktığı oksijenle yakıt olarak kullandığımız varlığıyla salat ediyor..

Aslında tüm alem hem bize hemde birbirine salat eder halde ve bu halleriylede Allaha boyun eğmiş vaziyette tespih eder durumdadırlar..

Bir karga bir ağaçta yuva yapıyorsa o ağaç o kargaya,bir ceset toprağa gömüldüğünde kokusundan iz kalmıyorsa o cesede ve bize,bir bardak su varlığıyla tespih halindeyken biz onunla kirlerimizi giderdiğimizde veya o suyla susuzluğumuzu giderdiğimizde,

Aslında bize salat etmektedir..velhasılı tüm varlık alemi Allahın o nesnelere yüklediği görev üzere hareket eder bu hareket ediş onların salatıdır tespihlerinin nevinide Allah bilmektedir..

Bir insan bir mermi ile vurulduğunda,organ kanı bünyesinde tutamaz yani kan o organa salat etmeyi bırakır,dışa akan kana ise yerçekimi salat eder..kanın tabana inmesini sağlar..organ görevini/salatını yapamaz hale gelince, vucudda insandaki ''öz''e salatını yapamaz ve öz,sonsuzluğa doğru yol alır..

Peki bizim organlarımız duyularımız hatta hislerimiz bile salat halindeyken biz bu sistemin neresindeyiz?

Allah tüm nesneye salatını ve tesbihini öğretmişken biz ''öz olarak''salat dairesinin neresindeyiz?içinde miyiz?dışında mıyız?

İşte bu soruların cevabını verebilmek için bizde bu sistemin/tüm nesnenin salat ve tesbih halinde hareket eder olduğunu az çok idrak edebilmeliyiz..

Konunun başlığı ''Allahın beyti kabe midir?'' olmasına karşın neden öncelikle hala esas konuya gelemedim?..çünkü bunu anlayabilmemiz için öncelikle bazı noktaları kavramamız gerekiyor..yani bu kavranmadan eksik kalıyor ve istenen amaca ulaşılamıyor..

muvahhit
12. July 2009, 02:14 PM
Evet Allahın beyti kabe midir?

sorusunun cevabının ne olduğunu anlama çabamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz,sevgili dostlar Beytin kabe olduğunu sorgularken bizi bu cevaba ulaştıracak köprülerden geçmemiz gerekiyor..en azından bana göre öyle..hani bu şudur diyerek ''başı sonu belirsiz''bir yanıt vermek erdirici olmasa gerek..kabe konusuyla direkt ilgili ikinci köprümüz hicrettir..Hani İbrahim,beyti hicret edenler ruku secde edenler için temizliyordu..

o zaman hicret köprüsüne gelip başında duralım,bakalım geçebilecemiyiz..

Bismillah..

İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere,vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 24/22

Bu ayeti nasıl anlıyorsunuz arkadaşlar..??

şimdi konumuzla ne alakası var diyebilirsiniz,demekte serbestsiniz,buyrunuz deyiniz..

Yaptığım anlama eyleminin bana veri olarak sundukları tamama ermeden istedim ki sizinde katkınız olsun,olur ki biz yanlış anlamayalım..

Kuranda ''hicret' kelimesine karşılık gelen muharicun ve türev kelimeleri hem zihin göçü hemde mekan değişimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

ve ben elçinin,bulunduğu şehirden ''kaçış''anlamında asla çıkmadığına iman ediyorum..

elçi medineye bir çıkış yapmışsa bu çıkış bir kaçışla değil bir emirle gerçekleşmiştir..fakat elçinin yaptığı bu çıkış bir hicret değildir,bunun adı İnsanlara Ensar olmaktır.

Ben rabbime hicret edeceğim''ayetinin de bana gösterdiği gibi,''hicret'' kelimesiyle ifade edilenin ''zihin göçü''/anlayışta yer değişimi mekan değişimi ve olumlu sonuçlara gark olmak'' olduğunu düşünüyorum,

İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 2/218

ve dikkatimi çeken bir nokta daha var..

''önce iman sonra eylem''

ee adam iman edebilir lakin ''eyleme geçmez..

önce iman sonra hicret??
Hicret çok önemli,hicretsiz imanda bir işe yaramıyor..iman ettikleri ancak hicret etmemeleri sebebiyle,
ve tek mazeret, ''imkan yol bulamayanlar''..fakat onlarda ''din hakkında sorup pekiştirerek eyleme geçisin tetikleyicisi olan zihinsel göçle/mekan değişimini gerçekleştirebilirler...

ve misal, imanlarını ispat edenlerle karşıtların aralarında velev ki bir antlaşma olsa bu ispat edenler,hicret etmeyenlere bir koruma/kollamada bulunamıyor ve ispat edenlerin ispat etmeyenlere karşı,ispat etmedikleri sürece tek sorumlulukları;dinde sorduklarına cevap vermek...

Kuru imanın eylemle isbatı olmasın sakın hicret..??veya zulm altında kalmaya Rabbin razı olmaması nedeniyle mekan değişimi??
bilmem sizler neler söylersiniz?

Geçici bir süre için mekan değişimine göç değil taşınma denir,
Göç,artık geri dönülmez şekilde mekan değişimidir.

Muhacirun Allaha zihnen göç edenler,Allah için zulm yurdunu terk edenler.
Ensar ise yardımcılarıdır.

Geleneksel islamda medine inanırlarına verilen bir sıfattır ensar,
oysa Allahın dininde ensar, hem Hakka hemde batıla dalanlara yardım edenlerin sıfatıdır,

Yani Ensar;esas anlamı itibarıyla ''yardımcı''demektir.

Siz bir kardeşinize,O insanın talebiyle para yardımı yaptığınızda Allah nazarında o kişinin ensarı olmuşsunuzdur,o paraya ihtiyacı olupta size yönelen muhacirdir ve umutsuzluğa düşmüş bir insana rahmet olduğunuzda siz Allah nazarında onunda ensarı olmuşsunuzdur..yolda çarpılmış bir hayvanı görmüşseniz o size muhacir ve tedaviye götürmüşseniz, sizde o hayvanın ensarı olmuşsunuzdur,
İnananların ensarı hem birbirleridir hemde Allah,
Allah inananların ensarıdır..

Geleneksel islamda hicret ve bu kavramla kopmaz olduğu düşünülen cihad kelimelerinin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum,

Hicretin geleneksel anlayışta;esas itibariyle mekan değişimi olduğunu ve bu yapılırken 'güçlü değil zayıf olunduğu göz ardı edilmiştir..

Ey iman edenler zayıf ve güçsüzler için seferber olun emrinden ben,

varsa bir mekan değişimi;bu değişimi yapanların güçlü, diğerlerinin ise yardıma muhtaç olduklarını düşünüyorum..

Bu durumda;yardım amacıyla mekan değiştirenler ensar olurken,kendilerine kendi mekanlarına gelinenler muhacir olmaktadır..

Burada yardım isteyenler ve yardım edenlerin konumları göz ardı edilmemelidir.

Yani muhacir ve ensar oluşların mekan/yer değiştirmeyle kazanılan sıfatlar olmadığı unutulmamalıdır..

Yardım dileyen/yardım uman olarak gelmek,yol almak/mekan değişimi..

Misal;Babanız hasta olduğunu size bildirdi siz istanbulda babanız ığdırda..babanız muhacir,
siz ise ensar olmuşsunuzdur..

Iğdıra giderek babanıza,ığdırda tedavi için koşturabilir veya olmadı en iyi tedavi istanbulda ise alıp babanızı istanbula getirirsiniz..

Bu durumda siz yine ensar, babanız yine muhacirdir..velhasılı muhacir ve ensar kelimelerini kuranda anıldığı gibi anlamak gerekir..

velev ki geleneksel islama göre anladık,o vakit her önümüze gelen;''Ey iman edenler Allah yolunda hicret edin''ayetiyle karşılaşıp,

yav ben kim hicret kim?hem bunun yolu yordamıda nedir?diye düşünüp,bir çıkar yol bulamamak,

ve bazılarının yaptığı gibi misal Afganistana gidip abd deyle savaşarak hem hicret hemde cihadı bir arada kotarma amacıyla işin içinden çıkma çabalarına rastlarsınız..

Allah yolunda hicret edin''demek,

Allah için artık batılı terk edin arının ve muvahhidler olarak kalabileceğiniz yurda gidin ve yalnız Allahtan umun ümit edin demektir..ve

''Ey iman edenler Allahın Ensarları olun''

yani Allahın dininin doğru anlaşımasına, zayıf düşmemesine batıla boğulmamasına, dinin GERÇEK tedrisatının batıl önünde yenilmemesine engeller olun ve böylece yardım etmiş olun..

''Ya eyyuhellezîne amenu kunu ensarallah''

Ve en basitinden bir örnekle;

bizler bu forumlarda birbirimize muhaciriz
bizler bu forumlarda birbirimize ensarız.

hiiic
25. August 2010, 08:44 PM
(tenzih ederim) Kabe Onun eviymiş. 3 oda bir salon. o kara taşın olduğu yer sanırım misafir salonu, şeytan taşlanan yer de sanırım televizyon oturma odası felan. Oğlu (isa) sevgilisi (muhm.) ortakları hoca efendiler, şeyhler felan mutlu mesut yaşıyorlarmış...

Tevbe, şakası bile çok ağır ama adamların inançları bunlar.
Bedeviye stratejiyi benimse, indiriline stratejiye uy demişler o gitmiş aha benim stratejim burası demiş dönmüş ona başlamış tapınmaya.

Salatı ikamet lafı bana şeyi hatırlatır; "akıllı olun"
akıllı olun demek bişey olun demek değil, tersine bişeyler olmayın demektir. Artislik yapmayın, deli deli olmayın, uyuzluk yapmayın yoksa alırım aklınızı tipi birşey.
Salatı ikame edin de aynı şekilde; cimri, açgözlü olmayın, yetimi yoksulu itip kakmayın, puta, şirke taguta tapmayın. yolda kalmışı yolda bırakmayın, etmeyin yapmayın yıkmayın, acıtmayın, üzmeyin (haksız yere) v.s.

-mayın larla dolu aynı mayın tarlası gibi. nereden günah çıkabilir nereye basarsan patlarda vebale boyanırsın bilemezsin.

Bir ikinci açıda şu köşeden bakınca görülüyor;

ankebutta; namaz kötülükten alıkoyar???
Allah allah?? demekki kötülükten alıkoyan bişey, demekki -mayınlı bişi, alıkoyan bişi.
Üzerinde biraz düşünmek gerekli...

Akıllı olun!...

Altimuray
26. August 2010, 03:51 PM
Bakara 125'te evim sözcüğü geçiyor?

hiiic
26. August 2010, 09:08 PM
Tam olarak neresi oluyor Altimuray?
Aşağıdan seçip işaretler misin? Bizde görerelim Allahın evi neresiymiş, yanına hilton dikeriz.
Bu gün hayır (yardım/iyilik) amaçlı yardım kurumlarına Allahın evim demesine şaşırmam ama oraya şaşırırım.
Hiç bu kadarını bekliyordum açıkcası hiç bukadarını bekliyordum.



BAKARA 125

Arapça Metin
وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَأَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى ۖ وَعَهِدْنَا إِلَىٰ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

Türkçe Transcript(*)

Ve-iż ce’alne-lbeyte meśâbeten linnâsi veemnen vetteḣiżû min mekâmi ibrâhîme musallâ(en)(s) ve’ahidnâ ilâ ibrâhîme ve-ismâ’île en tahhirâ beytiye littâ-ifîne vel’âkifîne ve-rrukke’i-ssucûd(i)


Abdülbaki Gölpınarlı

O sıralarda Ka'be'yi sevap kazanma yeri ve emniyet yurdu ettik. İbrahim'in makamını namazgah edinin. İbrahim'le İsmail'e de, evimi, dönüp dolaşanlara, burada oturup ibadette bulunanlara, rüku ve sücud edenlere tertemiz tutun diye kesin emir verdik.


Ali Bulaç Meali

Hani Evi (Ka'be’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. 'İbrahim'in makamını namaz yeri edinin', İbrahim ve İsmail'e de, 'Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin' diye ahid verdik.


Ahmet Varol Meali

Ka'be'yi insanlar için bir toplanma ve güven yeri kıldık. Siz de İbrahim'in makamından kendinize bir namaz kılma yeri edinin. [23] İbrahim ile İsmail'e "Tavaf edenler, orada ibadet için itikafa çekilenler, rüku ve secde edenler için evimi temizleyin" diye emir vermiştik. *


Ahmet Tekin

Biz, ta o zaman bu Beyt’i, Kâbe’yi, insanların iyiliği için bir sevap kazanma ve güvenli bir yer haline getirdik. Siz de Makam-ı İbrâhim tarafında namaz kılıp dua etmeyi gelenek haline getirin. İbrâhim ile İsmâil’e:
“Beytimi, evimi, tavaf edenler, itikâfa girenler, ibadete kapananlar, cemaat halinde rükûlara vararak namaz kılanlar, İslâmî faaliyette bulunanlar, secdelere varanlar için tertemiz tutun" diye ahid verdik, emrettik. *


Diyanet İşleri Meali(Eski)

Kabeyi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. İbrahim'in makamını namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrahim ve İsmail'e ahd verdik.


Diyanet İşleri Meali(Yeni)

Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den[34] kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” *


Diyanet Vakfı Meali

Biz, Beyt'i (Kabe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.


Edip Yüksel Meali

Kabeyi halk için bir odak noktası ve bir güven yeri kıldık. İbrahim'in makamını bir namaz yeri olarak kullanın. "Ziyaretçiler, kendini ibadete verenler ve eğilip secde edenler için ikiniz Evimi temiz tutun," diye İbrahim ve İsmail'i görevlendirmiştik.


Elmalılı Hamdi Yazır

Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makamı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"


Elmalılı Meali (Orjinal)

ve o vakit beyti şerifi insanlar için dönüp varılacak bir sevabgâh ve bir darüleman kıldık -siz de makamı İbrahimden kendinize bir namazgâh edinin- ve İbrahim ve İsmaile şöyle âhd verdik: Beytimi hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem rükü ve sücude varanlar için tertemiz bulundurun


Hayrat Neşriyat Meali

O vakit Kâ‘be’yi de insanlar için bir sevab (kazanma) yeri ve emniyetli bir mahal kıldık. Öyle ise (siz de) İbrâhîm’in makamından(3) bir namazgâh edinin. İbrâhîm ve İsmâîl’e de: “Tavâf edenler, i‘tikâfta olanlar,(4) rükû‘ (ve) secde edenler (namaz kılanlar) için beytimi temiz tutun!” diye emrettik. *


Ömer Nasuhi Bilmen

Ve o vakti de yâd ediniz ki, Biz Beyt-i Şerifi nâs için bir sevapgâh ve bir Darü'l-Emân kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den bir namazgâh ittihaz ediniz. Ve Biz İbrahim'e ve İsmail'e kat'i emir vermiştik ki, «Benim beytimi tavaf edenler için ve orada mücavir bulunanlar için ve rüku'a, sücûda varacaklar için tertemiz bulundurunuz.»


Muhammed Esed

O ZAMAN Biz Mâbed'i insanların tekrar tekrar yöneleceği bir hedef ve bir kutsal sığınak yapmıştık: 102 Öyleyse İbrahim için vaktiyle belirlenen yeri ibadet mahalli edinin. 103 Nitekim Biz, İbrahim ve İsmail'e emrettik: “Mâbedimi, onu tavaf edecekler için, 104 onun yakınında tefekküre dalacaklar için ve [namazda] rukû ve secde edecekler için temiz tutun.”


Suat Yıldırım

Biz Beytullâh'ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrâhim’i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmâil’e de: “Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun!” diye emretmiştik. [14,35-41; 9,109; 22,26-29; 2,187, 3,97] {KM, Tekvin 17,2.23} *


Süleyman Ateş Meali

Biz Beyt'i (Ka'be'yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsma'il'e: "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için Ev'imi temizleyin!" diye emretmiştik.


Şaban Piriş Meali

Kâbe’yi insanlar için toplanma yeri ve emniyet mahalli kılmış ve:-İbrahim’in makamını namazgah edinin, İbrahim ve İsmail’e de:-Beyt’imi tavaf edenler, ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için temizleyin, diye kuvvetli bir emir vermiştik.


Ümit Şimşek Meali

Biz Kâbe'yi insanlar için bir toplanma yeri ve güvenli bir mahal yaptık. Siz de İbrahim'in makamını namazgâh edinin. Nitekim Biz İbrahim ile İsmail'e, “Tavaf edenler, orada ibadet için kalanlar, rükû ve secde edenler için Beytimi temiz tutun” diye emretmiştik.


Yaşar Nuri Öztürk

Hatırla o zamanı ki, biz o evi insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir dua/namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e şu sözü ulaştırmıştık: "Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû-secde edenler için evimi temizleyin!"


Yusuf Ali (English)

Remember We made the House(125) a place of assembly for men and a place of safety; and take ye the station of Abraham as a place of prayer; and We covenanted with Abraham and Isma´il, that they should sanctify My House for those who compass it round, or use it as a retreat, or bow, or prostrate themselves (therein(126) in prayer). *


M. Pickthall (English)

And when We made the House (at Mecca) a resort for mankind and a sanctuary, (saying): Take as your place of worship the place where Abraham stood (to pray). And We imposed a duty upon Abraham and Ishmael, (saying): Purify My house for those who go around and those who meditate therein and those who bow down and prostrate themselves (in worship).

hiiic
26. August 2010, 09:18 PM
according to Yusuf Ali and M.Pickthall this structure is not Allah's house, if it is happened, he say it to us clearly and directly. He said that it is just a house. it is not my house it is a house, my house is diffrent the house, my house is on my floor...

Yusuf Ali (English)

Remember We made the House(125) a place of assembly for men and a place of safety

M. Pickthall (English)

And when We made the House (at Mecca) a resort for mankind and a sanctuary

Altimuray
27. August 2010, 03:30 PM
Yeri burasıdır demedim, ora Kabe'dir de demedim fakat ayetlerde geçene göre Allah'ın bir evi var ki evim diyor. Kabe orijinalde geçmiyor. Sence neresi? Düşünelim. Orada tavaf edenler var, itikaf halinde olanlar, rüku edenler, secde edenler var. Öyleyse orası olmayan bir yer olabilir mi? Soyut bir kavram olduğunu düşünmüyorum. Fakat öğrenmemiz gereken çok şey var.

..."Rabbim, bilgimi arttır."... Taha 114

hiiic
27. August 2010, 08:32 PM
Allahın evi olsa olsa kendi katındadır ama o eve ihtiyaç duymaz münezzehtir. Uyku tutmaz (yatak odası yoktur) yemez içmez (mutfağıda olmıyacak) canı sıkılmaz ebedidir (oturma odası felanda olmıcak) eşi, ortağı, çocuğu yoktur doğmaz doğurmaz (televizyon odası, oyun salonu felanda yok) her an temizdir münezzehtir (banyosu da olamaz)...

Ayrıca Allah bir evde kalmadığını evi olmadığını bir ayette kendisi söylemiştir. Peygambere Allahın nerede olduğunu sormuşlardır. Hani ona ev yapmak istedikleri bu sorudan belli zaten. ALlah nerede olduğunu kendisi söylemiştir zaten;;

Bakara 186
Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.

Eğer Allahın razı olacağı yada Allahın rahmet yağdıracağı bir ev varsa orası muhtemelen ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını ve dertlerini giderdiği, toplumun huzur bulduğu ve cehaletin yenildiği eğitim verildiği bir yer olacaktır.

Altimuray
28. August 2010, 05:48 AM
Teşekkür ederim. Mescidi Haram, beyt, beytil haram, kabe sözcüklerinin bulundukları ayetleri beynimdeki önyargıları temizleyerek, kapsamlı bir biçimde araştırmayı düşünüyorum.

dost1
28. August 2010, 05:46 PM
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
مسجد [mescid], سجد يسجد [secede, yescüdü] fiilinin mimli mastarı [mekân ismi] olup, “secde edilen/ettirtilen yer” demektir ki bunun, bugün kılınan namazlardaki secde yeri ile alâkası yoktur. Bu; “aykırı düşünen, aykırı hareket eden kimselerin ikna edildikleri, gerçeğe boyun eğdirildikleri, onların da teslim olup gerçeğe boyun eğdikleri yer”; kısaca “eğitim-öğretim, ikna alanı” demektir.

Bu anlamı itibariyle mescid, “salâtın zihnî boyutlarının uygulandığı alanlar”dır. Musallâ ise, salâtın hem zihnî hem de sosyal desteğin mâlî yönlerinin geniş katılımla uygulandığı alan”dır. Rasûlullah, salâtı, dar çerçevede mescidde; geniş çerçevede [bayram, haftalık toplantı, cenaze, savaş hazırlığı gibi kalabalık katılımlarda] ise “musallâ”da icra etmiştir.
Öyleyse, ص ل و [salv] kökünden türeyen salât ve türevlerinin, malum “namaz”la hiçbir ilgisi yoktur. Evet, salât'tan başka birşey olmakla birlikte “namaz” da Kur’ân'da mevcuttur; o da Allah'ın emridir. Dolayısıyla, her mü’minin namaz görevini de yerine getirmesi gerekir.



“Mesacid” sözcüğü, “secde etme yeri” anlamındaki “mescid” sözcüğünün çoğuludur. Burada bu sözcükle sadece müslümanların mescitleri, camileri kastedilmeyip tüm ibadet yerleri kastedilmektedir. Yani hıristiyanların kiliseleri, Yahudilerin havraları bu kapsama girmektedir. Hatta insanlık için evrenin her yanı secde edilebilen yer kılındığına göre tüm evren kastedilmektedir. Yani hiçbir yerde Allah’a şirk koşulmaması istenmektedir. Özellikle de mescidlere dikkat çekilmiştir.


Mescidlerin Allah için oluşu

Hacc 26

Bir zamanlar Kâbe’nin yerini İbrahim’e, “Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyam edenler (zulme baş kaldıranlar), secde edişin hanifleri (Allah’a boyun eğmeyi sağlayan hanifler) için evimi tertemiz et!” diye hazırlamıştık.



Allah ile birlikte herhangi birine yalvarma

Mescidlerde, namazda sadece Allah’a dua edilir. Kesinlikle bir başkasının adı bile anılmaz. Başkasına yönelinmez. Sadece ondan yardım dilenir. Gelenekçiler genellikle bu ayetin Yahudi ve Hıristiyanların Allah ile birlikte İsa’ya Musa’ya Meryem’e de dua ettiklerinden bahsederler. Kendi üzerlerine hiç almazlar. Başta Medine Rasülüllah’ın türbeleşmiş kabrinin dünyanın ikinci büyüklükteki mescidin içinde bulunduğunu, Eyüp sultanların, Hacı Bayramların türbeleşmiş mezarlarının camilerde olduğunu saf kimselerin onlara yüz sürüp onlardan medet umduklarını görmezler. Ayrıca Cami içindeki hem de Kıble yönünde Muhammed, Ebubekir, Ömer, Ali, Osman gibi tabloların ne gereğinin olduğuna bakmazlar.

Değerli Miralay Kardeşim!

Araştırmana katkı olur düşüncesiyle bu konuda yapılmış bir çalışmayı bilgilerinize sunmak istiyorum.

De ki: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzlerinizi O'na doğrultun ve dîni yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın (Allah'a hiçbir benzer, eş, ortak koşmadan, gönlünüze başka tanrılar getirmeden sırf Allah'a yönelerek O'na kulluk edin). İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz." (A'râf: 39/29)

Mescidler, Allah'a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayın. (Cin: 40/18) âyetlerinde mescidlerde sadece Allah'a ibâdet edileceği, O'ndan başkasına yalvarılmayacağı, du'â edilmeyeceği, sadece O'na du'â edilip O'ndan dilekte bulunulacağı vurgu¬lanmaktadır.

Ey Âdem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel giysilerinizi alınız; yeyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz; çünkü O, israf edenleri sevmez. (A'râf: 39/31) âyetinde her mescide gidişte, güzel giysiler giyinip bezenme, tertemiz bir vaziyette mescide gitme emredilmektedir.

Müfessirlerin çoğunluğuna göre burada zînet, avreti örtecek giysidir. 'Avret yeri anlamına gelen sev'e'y'ı örten ve insanı güzel gösteren şeye zînet denilir.
Bu âyetin ve bu anlamdaki hadîslerin ifadesine göre kulun, namazda, özellikle Cuma ve bayram günleri süslenmesi, güzel koku sü¬rünmesi müstehabdir.
Peygamber beyaz elbise giymeyi tavsiye etmiş:
"Beyaz elbise giyiniz, çünkü beyaz elbise, daha temiz, daha güzeldir. Ölülerinizi de beyaz kefene sarınız!"[1] buyurmuştur.

Beyaz giysi, güneş ışığını tutmayıp yansıttığından, güneş ısısının yüksek olduğu yerlerde beyaz elbise bedeni daha serin tutar. Ayrıca beyaz elbisede kir çabuk belli olduğundan insan onu temiz tutmaya çalışır.

Süddî'nin rivayetine göre Ka'be'yi çıplak tavaf edenler, hac mevsi¬minde vedek (içyağı) yemeyi haram sayarlardı. İşte Allah'ın ni'metlerini kendilerine haram sayanlara hitaben yeyip içmeleri, fakat israf etmemeleri, Allah'ın savurganları sevmediği buyurulmaktadır.

Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, hav¬ralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendi dinine yardım edene elbette yardım eder. Allah, kuvvetlidir, galiptir. (Hac: 88/40)

Bu âyette mü'minlerin, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yurt¬larından çıkarıldıkları ve Allah insanları birbiriyle savunmamış olsa, Al¬lah'ın adinin anıldığı savma'aların, bî'aların, salataların ve mescidlerin yıkılmış olacağı; fakat Allah'ın buna müsâade etmediği; insanları birbiriyle savunduğu, kendisine yardım edene yardım edeceği; O'nun çok güçlü ve daima galip olduğu belirtilmektedir.

Savma'a nın çoğulu olan savâmi', Yahûdî hahamlarının tenha yer¬lerde edindikleri ma'bedlerdir ki bunlara manastır da denilir. Biya' da genel olarak Hıristiyan kiliselerine denilir. İbrânîce salûta'nın çoğulu olan salavât da Yahûdî ma'bedleridir.
Mescidin çoğulu olan mesâcid ise Müslümanların ma'bedleridir.

Başka bir tefsire göre savâmi' Hıristiyanların, biya' Yahudilerin, salavât sâbiîlerin, mesâcid Müslümanların ma'bedleridir.[2]

İşte âyette bunların hepsinin, Allah'ın adının anıldığı ma'bedler olduğu vurgulanmaktadır. Demek ki buralarda ibadet eden dîn mensuplarını Allah korumaktadır. Eğer Allah bu tevhîd ehlini korumasaydı, Yahûdîlerin, Hıristiyanların ve Müslümanların ma'bedleri, saldırılar sonunda yıkılır; yalnız Allah'a tapılan, Allah'ın adının anıldığı bir ma'bed kalmazdı. Ama Allah, gönderdiği dine yardım edenlere yardım eder, kendisine inananları koruyup üstün getirir. Onları koruyacak kullar yaratır. Nitekim Mekke'deki zayıf Müslümanları Medîne halkı ile destekleyip güçlendirmiştir. Âyetler, Müslümanların, artık müşriklere yenilmeyeceğini, onlara üstün geleceğini müjdelemektedir.

Kur'ân, her üç dinin ma'bedlerinin Allah tarafından korunduğunu bildirmekle, dîn birliğinin en güzel ifadesini vermiştir. Kur'ân böyle derken bu dîn mensuplarının, birbirlerinin ma'bedlerini küfür yuvaları gibi gör¬meleri ve bu ma'bedlere hor bakmaları, hattâ fırsat bulunca yıkmağa çalışmaları elbette Kur'ân'ın ruhuna uygun değildir. Bundan dolayıdır ki Osmanlılar, egemen oldukları yerlerde Yahûdî ve Hıristiyanların inanç¬larına saygı göstermişler, ma'bedlerini yapmalarını ve ma'bedlerinde öz¬gürce ibadet etmelerini sağlamışlardır.

Allah'ın mescidlerinde, Allah'ın adının anılmasına engel olan ve onların harâbolmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Bunların, oralara korka korka girmeleri gerekir (başka türlü girmeğe hakları yoktur). Bunlar için dünyâda rezillik, âhirette de büyük azâb vardır. (Bakara: 92/114)

92/114'ncü âyette Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve ma'bedlerin, ibâdet edenlerinden yoksun, bakımsız kalarak harâb olmasına çalışandan daha zâlim bir insanın olmayacağı vurgulanıyor. Saygı ile mescidlere girip ibâdet etmeleri gerekirken onları ma'nen yıkmağa çalışan insanların dünyâda cezalandırılacakları gibi âhirette de dünyâdakinden çok daha büyük bir azaba çarpılacakları belirtiliyor. Ardından da mü'minlere hitaben doğunun ve batının hep Allah'ın malı olduğu, nereye dönseler Allah'ın yüzünün yani zâtının orada bulunduğu, herşeyi bildiği, lütuf ve ni'metinin bol olduğu vurgulanıyor.

Mescid, Arapçada zaman ve mekân ismi olup secde edilecek yer, ma'bed anlamınadır. Çoğulu mesâciddir. İslâm Ansiklopedisi’ndeki bilgiye göre mescid kelimesine, önce Ârâmîcede, Fîle adası Yahûdî papirüslerinde ve oldukça sık olarak Nabatçada rastlanmıştır.

Süryânîce masged, Habeşçe Mesgâd kelimelerinin, Ârâmîce ma'bed anlamındaki kelimeden geldiği belirtilmektedir. Nöldeke bu kelimenin Ârâmîceden Arapçaya geçtiğini söylüyorsa da[3] Arapça ile köken birliğine sahip İbrânîce ve Ârâmîcede ortak kelimelere sık rastlanması gayet doğaldır.

Burada mesâcidullah (Allah'ın mescidleri) ile kasıt, ya Ka'be, ya Kudüs'teki Süleyman ma'bedidir. Aslında Allah'a ibadet edilen her ma'bed'e mescit denilebilir,
İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinizedir. Son taşkınlığınızın zamanı gelince (yine öyle kullar gön¬deririz) ki, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebeb olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mescid'e (Kudüs'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler."[4] âyetinde anılan Mescid, Kudüs'teki Süleyman ma'bedi Onların işine gaalip gelen(yetkili)ler: 'Mutlaka onların üstüne bir mescid yapacağız' dediler."[5] âyetinde de mescid, Hıristiyanlarca, Ashâb-ı Kehf in yanına yapılacak olan ma'bed anlamındadır. Ancak 92/114. âyetteki mesâcid ile Ka'be'nin kastedildiği, kıble ile ilgili olan müteâkib âyetten an¬laşılmaktadır.

Acaba Allah'ın mescidlerinde Allah'ın adının anılmasına engel olan ve onların yıkılmasına çalışanlar kimlerdir? Bu huhusta tefsirlerde çeşitli rivayetler aktarılır. Bir rivayete göre bunlar Bâbilli Buhtunnasır ve adam¬larıdır. Bir rivayete göre de Beyt-i Makdis'i Rumlar tahribetmişlerdir. Bir rivayete göre de Allah'ın mescidlerini tahribetmeğe çalışanlar, Hudeybiye günü, Peygamberin Mescid -i Haram'a girmesine engel olan müşrik¬lerdir.

Gerçekte burada mescidler genel olduğu gibi, tahribedenler de ge¬neldir. Her mescidden Allah'ın kullarını menedenler âyetin kapsamına girer.

Âyette, Kudüs'teki Süleyman ma'bedinin yıkılmasına işaret olsa bile, asıl amaç, Peygamberi ve ashabını, Ka'be'yi ziyaretten men¬etmek ve onları göçe zorlamak suretiyle Ka'be Mescidi'nin cemâatten yoksun kalarak ma'nen sönük, harâb olmasına sebebolan Kureyşi kınamak ve onların, hem dünyâda, hem de âhirette cezalandırılacaklarını anlatmaktır. Böylece âyette, Kureyş ulularını tehdîd anlamı vardır. Âyetler arasındaki ilişki de bu anlamı gerektirir. Çünkü 92/113. âyette Yahûdî ve Hıristiyan toplumlarından her birinin, sadece kendisini doğru yolda görüp ötekini sapıklıkla suçlaması kınanmış ve bunların da kendilerini doğru yolda gören Kureyş müşrikleri gibi davrandıklarına işaret edilmiştir. İşte hemen onun ardından gelen 92/114. âyette de Allah'ın kullarının, Ka'be Mescidine gelip Allah'ı anmalarına engel olarak Mescidin, içtenlikle ibâdet edenlerden yoksun kalıp sönükleşmesine sebebolan müşrikler kınanmaktadır. Bu iki âyette kınanan topluklar geçmişte değil, iniş sırasında var olan topluluklardır. Yani kuruntularına kapılarak kendilerini en doğru yolda gören ve Allah'ın rahmetini sadece kendilerine özgü sanan Yahudiler, Hıristiyanlar ve yine boş hayallerine kapılarak kendilerini doğru yolda, seçkin kullar sanan, bu yüzden Müslümanların Ka'be Mescidinde ibâdet etmelerine engel olacak derecede bir egoizm içine saplanan Kureyş müşrikleridir. Abdullah ibn Abbâs da âyetin, müşrikler hakkında olduğunu söylemiştir.[6]

Mescidlerde, Allah'ın Nuru Parlar:

35- Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam, sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ve ne batıya mensub olmayan mübarek bir zeytin ağacı(nın yağı)ndan yakılır. (Öyle mübarek bir ağaç) Ki, neredeyse ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı parıl, partidir. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlara mi¬saller verir. Allah her şeyi bilir. 36- (Bu kandil) Allah'ın yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu teşbih eder(sânının yüceliğini anar)lar: 37- Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler. (Onlar,) Yüreklerin ve gözlerin (dehşet¬ten) ters döneceği günden korkarlar. 38- Ki Allah onlara yaptıklarının en güzel karşılığını versin ve lütfundan onlara daha fazlasını da ihsan etsin. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nûr: 102/35-38)

Kanâatimize göre inzivaya çekilmiş, kendisini Allah'a vermiş rahip¬lerin, hahamların, hanîflerin ve benzeri dindarların mum ışığını Allah'ın nuru sayan bu âyetlerde: Allah'ın, yapılıp yükseltilmesini ve sabah akşam adının anılmasını buyurduğu o evlerde Allah'ın ışığının parladığı belirtiliyor, sonra o ma'bedlerde ne ticaretin, ne alışverişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı, Kıyamet gü¬nündeki yüce Mahkemeden korkan, sabah akşam, Allah'ı teşbih eden adamların bulunduğu belirtilmektedir.

36. âyetten mescid yapmanın fazileti anlaşılır. Hz. Peygamber'in: "Kim Allah rızâsı için bir mescid yaparsa Allah ona cennette onun gibi bir bina yapar"[7] dediği rivayet edilir. Hz. Âişe de şöyle demiştir: "Peygam¬ber bize, evlerde mescid yapmayı ve mescidlerin temiz tutulup güzel kokulandırılmasını emretti."[8]
Mescidde namaz kılmak, yalnız başına namaz kılmaktan yirmi beş veya yirmi yedi defa daha faziletlidir. Kadınların da mescide gelip namaz kılmaları sünnettir. Peygamber: "Allah'ın cariyelerini (kadın kul¬larını) Allah'ın mescidlerinden men'etmeyiniz"[9] buyurmuştur. Hz. Âişe, mü'minlerin kadınlarının şafak vakti çıkıp Allah'ın Elçisi ile birlikte sabah namazını kıldıklarını söylemiştir.[10]

Onları ne ticaret, ne alışveriş Allah 'ı anmaktan alıkor." cümlesi, onlar asla ticaret ve alışverişle uğraşmazlar anlamına gelmez. Tam tersine onlar, ticaretle, alışverişle uğraşırlar ama bu uğraşları, onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz demektir. İslâmda dünyadan tamamen el etek çekip ma'bede çekilmek yoktur. Önemli olan, insanın dünyaya dalıp Allah'a karşı görevini unutmamasıdır. Mü'min, dünya işlerini yapar ama Allah'a karşı ibâdet görevini de ihmal etmez. Kur'ân 'in her yerinde öğütlenen budur: "Namazı kıldıktan sonra yeryüzüne dağıtın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın."[11]

37. âyette Allah'ı anmak, namazdan ayrı olarak anıldığına göre demek ki zikir, namaz kılmaktan ibaret değildir. Zikir, Kur'ân okumak, tesbîh ve tehlîl gibi sözlü ibâdetler anlamına gelir. Abdullah ibn Abbâs bu zikrin, Kur'ân okumak olduğunu söylemiştir.[12]

Mescidlerde Sadece Allah'a İbâdet Edilir:

Mescidlerde ibâdete çekilmiş iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın (yasak) sınırlarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allah, insanlara âyetlerini böyle açıklar ki korunup sakınsınlar. (Bakara: 92/187) âyetinde mescidlerde ibâdete çekilmiş iken kadınlara yaklaşmak, yani onlarla cinsel ilişkiye girmek yasaklanmaktadır. Çünkü bu, ibâdetin mehabetine aykırıdır.

Mescidde yüzlerinizi O'na doğrultun ve dîni yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın (Allah'a hiçbir benzer, eş, ortak koşmadan, gönlünüze başka tanrılar getirmeden sırf Allah'a yönelerek O'na kulluk edin). İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz. (A'râf: 39/29)

Mescidler, Allah'a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayın. (Cin: 40/18)

Mescidlerde Allah'tan başkasına yalvarılmaz ve O'ndan başkasına tapılmaz. Allah'tan istenecek yerde herhangibir insandan veya melekten istemek, başka varlıklardan meded ummak, yardım beklemek, tevhide ay¬kırıdır, şirktir. Şirk kiriyle bulanmış müşrikin, Allah'a ibâdete mahsus mescidlerde ve bunların anası olan Mescid-i Haram'da işi yoktur:

Ey inananlar, (Allah'a) ortak koşanlar pisliktir, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer (onların hacca gelmemeleri sonucu iktisadi hayâtınız bozulup) yoksulluğa düşmekten korkar sanız; biliniz ki Allah dilerse yakında sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah, bilendir, hikmet sahibidir. (Tevbe: 113/28)

Bu âyette müşriklerin necis olduğu, bu yıldan sonra artık Mescid-i Harâm'a yaklaşmamaları bildirilmekte ve müşrikler Ka'be'yi ziyaretten menedildikleri takdirde gelenlerin azalmasından ötürü ekonominin geri¬leyip fakir düşeceklerinden korkan mü'minlere de, Allah'ın kendilerini pek yakında zengin edeceği müjdelenerek umut verilmektedir.

Âyetin bulunduğu Tevbe Sûresi, hicretin dokuzuncu yılının hac mevsiminde inmiş ve Hz. Alî tarafından halka duyurulmuştur.

Mekke halkı ticaretle geçinirdi. Ticaretin kapasitesi de bölgeye gelip gidenlerin çokluğuna bağlı idi. Umre ve hac için bölgeye gelenlerin yap¬tıkları alışverişler ekonomiye canlılık veriyordu.
Bu müşrikler Mescid-i Harâm'a yaklaştırılmayınca ekonominin gerileyeceğinden endişe edilmesi doğaldır.
İşte bu endişenin giderilmesi için âyette:
"Eğer yoksulluğa düş¬mekten korkarsanız; biliniz ki Allah dilerse yakında sizi kendi lütfundan zengin edecektir." buyurulmaktadır.
Nitekim Müslüman olan Cidde,San'â ve Huneyn halkı Mekke'ye yiyecek taşımışlar, Allah Mekkelileri müşrik¬lerin alışverişine muhtâc etmemiştir.[13]

Bu âyette müşriklerin necis olduğu belirtilmiştir. Bu noktada müşrikin pisliğinin maddî mi, ma'nevî mi olduğu; müşrikin yaklaştırılmayacağı sınır ile müşriklerin kimliği mes'elesi üzerinde durulmuştur:

1) Bazı âlimlere göre müşrikin bizzat fizik bedeni pistir. Müşrik ile el sıkışanın eli pis olur. Onun, elini yıkaması gerekir. Zemahşerî ve Râzî bu görüştedirler.
Fakat çoğunluğun kanısına göre müşrikin necisliği, maddî değil, ma'nevî pisliktir. Müşrikin bedeni temiz olabilir. Pislik, ruhunu kirleten inancından oluşmaktadır. Ka'be'yi çıplak tavaf etmek, ölü eti yemek, cünüplükten yıkanmamak, Mescidi Harâm'ın kutsallık ve temizliğiyle bağ¬daşmayan ma'nevî pisliklerdir. Onların şirk ve küfürleri, canlarına yapışmış necis gibidir.[14]

2) Acaba müşrik, Mescid-i Haram'ın içine mi, yoksa Haram bölgesi ne mi yaklaşamayacağı tartışılmıştır. Kimine göre müşrik, Mescid-i Harâm'ın içine giremez ama, çevresinde bulunan çarşı pazara girebilir. Kimine göre de müşrik, Haram bölgesine giremez. Bu ikinci görüş ağır basmış ve uygulana gelmiştir.

3) Kur'ân'ın kastettiği müşrikler, Allah'a ortak koşan, putatapan insanlardır. Ahmed ibn Hanbel 'in, Câbir yoluyla kaydettiği hadîs de bu yasağın, sadece müşriklere özgü olduğunu gösterir. Kur'ân, Kitap ehlini müşrikler kategorisine sokmaz. Dolayısıyla Kitap ehli bu yasağın dışın¬dadır.[15]

Taberî ise bu konuda birbiriyle çelişkili iki görüş zikretmiştir. Biri zimmîlerin Mescidi Harâm'dan men'edileceğini, diğeri men'edilmeyeceğini söylüyor.[16]

Bu çelişkili haberleri bir kenara bırakıp Kur'ân 'a bakarsak, Kur'ân'ın, üçlemeyi benimseyen, İsa'ya Allah'ın oğlu diyen bir kısım Kitap ehlini kâfirlikle nitelese de onlara müşrik demediğini ve genel olarak onları Kitap ehli, İlim sahipleri, Zikir ehli olarak tanımladığını; ayrıca onların hepsinin bir olmadığını, içlerinde tevhîd ehli, hakşinas insanların Allah katında ödüllendirileceklerini de vurguladığını görürüz. Mescid-i Haram'a sokulması yasaklanan müşrikler, puta tapan basit düşünceli insanlardır. Kitap ehlini bu âyetin kapsamına almak, Kur'ân 'a aykırıdır. Kur'ân Allah'a ve âhirete inananıp salih eylem yapan Müslümanların, Yahûdîlerin, hırıstiyanların ve sâbiîlerin Allah katında ödüllendirileceklerini, korku ve üzüntü çekmeyeceklerini bildirmektedir,[17] Birçok âyette Kitap ehli içinde kendisini Allah'a vermiş, ibâdetle meşgul olan gerçek dindarlar övülmektedir. Şimdi onları bu müşrikler zümeresine katıp Mescid-i Harâm'dan men'etmek, dinde aşırılıktır. Allah'ın haram kılmadığını haram kılmaktır. Oysa Allah'¬tan başka kimsenin helâl, haram hükmü koyma hakkı yoktur.

Bu uygulamanın, İslâmın aleyhinde olduğunu söyleyebiliriz. Zira Kitap ehli insanların buralara gelmerine müsâade edilse, gelip haccın ih¬tişamını gören nice Yahûdî, Hıristiyan belki Müslüman olabilir. Toplu ibâdetlerin insan ruhu üzerindeki etkisi başkadır. İki üç milyon insanı bir anda ibâdette birleştiren başka bir dîn yoktur. Bu kuvvet, pek çok gönülleri İslâm'a çekebilir.

Öyle anlaşılıyor ki bu anlayış, Emevîler zamanında egemen olmuş¬tur. Nitekim Ömer ibn Abdulazîz'in: "Yahûdî ve Hıristiyan’ ları, Müslüman¬ların mescidlerine girmekten men'ediniz" diye yazdığı mektuba, 113/28. âyeti de eklediğini, İmam Evzâ'î nakletmiştir.[18] Bu mektupta, Kitap ehlinin yalnjz Mescid-i Haram'dan değil, bütün mescidlerden kovulması emredilmektedir.
Fakat şunu unutmamak lâzımdır ki Allah'ın Elçisi Necran Hıristiyan hey'etini tam bir ay, kendi mescidinde ağırlamış, orada kendi dinlerine göre ibâdet etmelerine müsâade buyurmuştur.[19] Hal böyle iken Hıristiyanları mescidlerden men'etmek, dinin ruhuna uygun değildir.

17- (Allah'a) Ortak koşanlar nefislerinin küfrünü göre göre Allah'ın mescidlerini şenlendiremezler. Onların yaptıkları işler, boşa çıkmıştır. Ve onlar, ateşte sürekli kalacak¬lardır.

18- Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah 'tan başka kimseden korkmayanlar şenlendirirler. Onların, doğru yolu bulanlardan olacakları umulur.

19-(Ey müşrikler siz,) Hacılara su verme ve Mescid-i Haram 'ı şenlendirmeyi; Allah'a, âhiret gününe inanan ve Allah yolunda cihâdeden(in eylemiy)le bir mi tuttunuz? Bunlar, Allah katında bir olmazlar. Allah, zâlimler top¬luluğuna yol göstermez. 20- İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mal¬larıyla, canlarıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır. (Tevbe: 113/17-19)

Tevbe: 113/17-19. âyetlerde, halleri, küfürlerine tanık olan müşrik¬lerin, Allah'ın mescidlerini i'mâr edemeyecekleri; onların eylemlerinin boşa çıktığı ve sürekli cehennemde kalacakları; Allah'ın mescidlerini, ancak âhirete inanan, namaz kılıp zekât veren ve yalnız Allah'tan korkan¬ların i'mâr edeceği belirtildikten sonra Mescidi Haram'ı i'mâr etmenin önemine işaret ediliyor fakat hacılara su vermek ve Mescid-i Harâm'ı i'mâr etmenin, Allah'a, âhirete iman ve Allah yolunda cihâd ile eşdeğerde olmadığı; iman ve cihâdın çok daha üstün olduğu belirtiliyor ve Allah'ın, zâlimleri doğru yola iletmeyeceği vurgulanıyor.

(i'mâr), imaret: bakmak, onarmak, şenlendirmek anlamına gelir. Mescidler, içinde ibâdet edenlerle şenlenir. Mescidin i'mân, sadece yapısını onarmakla değil, aynı zamanda ibâdet edenlerle dolup şenlenmesidir. İbâdet eden olmazsa mescid bakımsız, sönük kalır, harâb olur.

Hac ve umre yapmak da Mescid-i Harâm'ı i'mâr etmektir. "Adam malını, evini i'mâr etti" sözü; malına baktı, sâhiboldu, harabolmasına meydan vermedi, demektir. Evde oturana âmir denilir ki çoğulu 'ummâr' dır.

el-Beytu'l-Ma'mûr da hizmet edilen, bakılan, içinde şenlik bulunan ev demektir ki Ka'be'nin sıfatıdır.
Aynı kökten gelen umre, özel şartlar içinde Ka'be'yi ziyaret etmektir.

19. âyette geçen Mescid-i Harâm'ı 'imaret', Ka'be'yi onarmak anlamından çok, ibâdet maksadıyla Ka'be'de bulunmak, ziyaret ve ibâdet ile onu şenlendirmek, ziyâretsiz, bakımsız bir halde bırakmamak mânâsındadır. Daha kapsamlı olduğunu düşündüğümüz için mealde şenlendirmek kelimesini, âyetteki imaret karşılığında kullandık.

Fahre'ddîn Râzî, "Namaz kılmanın ve zekât vermenin, Mescid'i imaret ile beraber anılması; imaretin, mescide gelmek anlamında kullanıl¬dığını kanıtlar. Çünkü insan namaz kılarsa mescide gelir, onun gelmesiyle de mescid şenlenir. Zekât verirse fakirler, zekât almak için mescide gelirler.

Yine mescid şenlenir. Fakat imâret'i, onarmak anlamında kabul etsek de yine zekât vermenin, bununla ilgisi vardır. Çünkü zekât vermek farz, mescid yapmak nafiledir. Kişi, üstündeki farzı tamamlamadan nafile ile meşgul olmaz. Öyle ise zekâtını vermeyen kimse mescid yapımıyla uğ¬raşmaz" diyor.

Râzî, kendi akıl yürütmesiyle bu sonuca varmıştır, gerçekte âyette böyle bir anlam yoktur. Farz, nafile gibi terimler, Kur'ân'ın kullandığı terimler değil, fakîhlerin terimleridir.

Âyette bütün İlâhî dinlerin özü, bütün peygamberlerin temel öğütleri anlatılmıştır ki bu, Allah'a îmân, âhirete iman ve namaz kılmak, zekât vermek gibi sâlih eylemlerdir.

Bütün peygamberler, insanları bu esaslara çağırmışlardır. Allah'a şirksiz, âhirete seksiz inanan ve yalnız Allah'a tapan, ma'bedlerde O'na ibâdet eden insanlar ebedî sâ'âdete erecek insanlardır.

Hacılara su vermenin,Mescid -i Harâm'a bakmanın, onarmanın ve orayı şenlendirmenin güzel olmakla beraber Allah'a ve âhirete iman derecesinde olmadığını söyleyen 19. âyetten anlıyoruz ki hacılara su, yemek vermek, Mescid-i Harâm'a bakmak, onu temizlemek, onarmak gibi işleri yapan müşrikler, bu hareketleriyle kendilerinin Allah katında büyük dereceler kazandıklarına inanıyorlardı.

Vaktiyle bu işleri yapıp sonra Müslüman olmuş bazı kimselerin, müşrik oldukları dönemlerde bu işleri yapmaktan ötürü kendilerine övünme payı çıkardıkları da rivayet edilir. Meselâ Hz. Abbâs'ın, Bedir'de tutsak olduğu zaman kendisiyle sert konuşan Hz. Alî'ye şöyle dediği rivayet edilir:

Eğer siz, bizden önce Müslüman olmak, hicret ve cihâd etmekle bizi geçtinizse, biz de Mescid-i Harâm'ı i'mâr eder, hacılara su verir, esiri özgürlüğe kavuştururduk.[20]

Başka bir rivayete göre de hacılara su verme, Mescid-i Harâm'a bakma görevini yapan Kureyşliler, bununla övünmüşler, bu işleri yaptık¬larından dolayı hiç kimsenin kendilerinden üstün olamayacağını iddia etmişler.

Bu âyet, onların bu iddialarını reddetmektedir.[21]

Şimdi eğer birinci rivayet doğru olsa, bu âyetlerin, Bedir Savaşının ardından inmiş olması gerekir.

Biz bu âyetlerin, sûrenin diğer âyetleri gibi Mekke'nin Fethinden sonra indiği kanâatindeyiz.

Belki de Fethi müteâkib yeni Müslüman olan bazı kişiler, Müslümanlıkta geç kalmakla kendilerini küçümseyenlere karşı, Ka'be'ye bakmak, hac hizmetlerini yap-mak gibi güzel işlerinden dolayı Allah katında değerli kimseler olduklarını ileri sürerek övünmek istemişlerdir.

İşte bu düşünceler üzerine inmiş olan bu âyetler, Mescid-i Harâm'a bakmanın, hacılara su vermenin insanlara iyilik etmenin de yararlı ol¬duğunu, fakat Allah'a iman ve Allah yolunda cihâd ile bir tutulamayacağını bildirmiştir.

"Allah'a inanıp, O'nun yolunda cihâdedenlerin dereceleri daha büyüktür"[22] cümlesinden, müşrik de olsa insanlara iyilik etmek, Mes¬cid-i Harâm'ı onarmak gibi iyi şeyler yapanların, Allah katında bir derece aldıkları, fakat bu derecenin, inananların dereceleriyle bir olmadığı anlaşılır.

Kur'ân-ı Kerîm'in başka âyetleriyle de karşılaştırılınca Allah'a inanmadan yapılan iyiliklerin, sahiplerini azâbdan kurtarmayacağı, fakat yine de müşrik veya kâfirin iyiliğinin kendisine yararı olduğu anlaşılır. Bu yarar, onun azâb derecesinin hafif olmasıdır. Bu da bir derecedir ama bu derece, mü'minin cennetteki derecesiyle kıyaslanamaz.

Elbette her iyilik, sahibine rûhânî (psikolojik) bir derece kazandırır. Şirret bir müşrik ile, iyiliksever müşrik bir değildir. Onun iyi ahlâkı, psişik durumunu ötekinin üstüne çıkarır. Fakat imansızlığı, kendisinin cennete girmesine engel olur. Cennete giremez ama, cehennemdeki durumu da şirret, zâlim, kötü huylu müşrik ile bir olmaz. Cennetin dereceleri olduğu gibi, cehennemin de derekeleri (aşağıya doğru giden bölümleri) vardır. Cehennemdeki azâb derekelerinden, cennetteki ni'met derecelerine kadar tüm İlâhî mülkün, şu dünyâ hayattan sonraki ruhsal hayâta özgü mertebeleri bulunduğundan, 20'nci âyette iyilik eden müşriklerle, iyilik¬lerin en üstününü yapan mü'minlerin ruhsal durumları karşılaştırılmış ve ikincilerin, Allah katında yani ruhsal hayattaki dercelerinin daha büyük olduğu vurgulanmıştır.

Tekil olarak Mescid, genellikle Mescid-i Haram şeklinde geçer ki, kasıt Ka'be Mescididir.
Bakınız: İsra: 50/1; Hac: 88/25; Bakara: 92/114, 144, 149, 150, 187, 191, 196,217; Enfâl: 93/34; Fetih: 109/25, 27; Mâide: 110/2; Tevbe: 113/7, 19,28,
Mescid-i Dırâr: Tevbe: 113/107, Takva ile yapılan Mescid: Tevbe: 113/108. [23]


________________________________________
[1] Ebû Dâvûd, Tıb: 14, Libâs: 13; Tirmizî, Cenâiz: 18, Edeb: 46; Nesâ'î, Cenâ'iz: 38; Zînet: 97; İbn Mâce, Cenâiz: 12, Libâs: 5; İbn Hanbel, Müsned: 1/247,274,328,...
[2] Mefâtîhu'1-ğayb: 23/40.
[3] Neue Beitrâge z. sem. Sprchw. s. 36; İslam Ansiklopedisi, Mescid maddesi.
[4] İsra:50/7.
[5] Kehf: 69/21.
[6] Kurtubî.el-Câmi': 1/363.
Pr. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, Kuba Yayınları: 13/243-247.
[7] Müslim, Mesâcid: 24, 25, Müsâfırîn: 103; Buhârî, Salât: 65; Ebû Dâvûd, Tetavvu': 1; Tirmizî, Salât: 120, 189; Nesâ'î, Mesâcid: 1; İbn Mâce, İkame: 100, 185, Mesâcid: l,9,Ticârât:40.
[8] İbn Mâce, Mesâcid: 8, 9; Ebû Dâvûd, Salât: 13; Tirmizî, Cum'a: 64; İbn Hanbel, Müsned: 5/17.
[9] Buhârî, Cum'a: 13; Müslim, Salât: 36; Ebû Dâvûd, Salât: 52; Dârimî, Salât: 57; Muvatta', Kıble: 12; İbn Hanbel, Müsned: 2/16.
[10] Buhârî, Mevâkît: 27.
[11] Cum'a: 96/10.
[12] İbn Kesîr,Tefsîr: 3/295
Pr. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, Kuba Yayınları: 13/247-249.
[13] Mefâtîhu'l-ğayb: İ6/26.
[14] Mefâhtîhu'l-gayb: 16/25.
[15] İbn Kesîr, Tefsîr: 2/347; İbn Hanbel, Müsned: 1/3,2/299.
[16] Bakınız: Câmi'u'l-Beyân: 20/108.
[17] Bakara: 92/62, Mâide: 110/69.
[18] İbn Kesîr, Tefsîr: 2/347. Taberî, bu rivayeti Abdu'l-Kerîm ibn Ebî Umeyr'e dayan dırmaktadır: Câmi'u'I-beyân: 10/105
[19] Allah'ın Elçisi, ikindi namazını kılarken Necrân hey'eti Mescide gelmiş, namaz vakitleri olunca da Allah Elçisi'nin Mescidinde doğuya doğru durup namazlarını kılmışlar, Allah'ın Elçisi: "Bırakınız ibâdetlerini yapsınlar!" demiştir (İbn Hişâm, Sîret: 2/206
[20] İbnKesîr,Tefsir: 2/342.
[21] Câmi'u'l-beyân: 10/95; İbn Keksîr,Tefsir: 2/343.
[22] Tevbe: 113/20.
[23] Pr. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, Kuba Yayınları: 13/249-256.

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

Mescidler, Allah'a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayın. (Cin: 40/18)