PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Dünya ekonomik düzeninin işleyişi üzerine bir deneme


_mustafa_
3. July 2009, 02:12 AM
Dünya ekonomik düzeninin işleyişi üzerine bir deneme

Dünya sosyoekonomik yapısını kendi gördüğüm açıdan sizlerle paylaşmak istedim. Amacım nasıl olmalı sorusu değil. Var olanı ben nasıl görüyorumun sizlerle paylaşımıdır.
Ekonomi, sahiplik, devlet, güç, yönetim şekilleri bunların hepsi birbiri ile ilişkili kavramlar.

Al-i İmran
(14) Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır.

Hal böyle olunca Ekonominin yönetimi de, en büyük savaşların ana sebebi olmuştur.
İnsan kendisine verilenle yetinmeyen bir varlıktır. Bu sebeptendir ki başına türlü türlü dertler gelmiştir ve gelecekir.

Maide27. (Ey Muhammed!) Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti.
Maide
28. "Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."
Maide
29. "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır."
Maide
30. Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.
Bakara
30. Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler, Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti.
Bakara
61. Hani, "Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O halde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin" demiştiniz. O da size, "İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var" demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah'ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.

Düzen en mükemmel bir şekilde kurulu iken nefsimiz ile başedemediğimiz ve bizzat bizim yüzümüzden bozulmuştur.
İnsanın bu doğal özelliğini ve sınır tanımazlığını anlamadan ekonomik olayların anlaşılamayacağını düşünüyorum. Eğer bu özellik olmasa her kes Allah’ın verdiği ile yetinir, yalnız kural dahilinde, belirlenen yollardan rıskını arardı. Biz de güzel kır evimizde, hayvalarımızdan ve çevreden gelen rızıklarla yaşamımızı sürdürüyor olurduk. Halbuki bu mümkün değildir. Birileri gelir seni öldürür, karına ve çocuklarına fitne yapar. Tek çözüm doğruyu bilenlerin bir araya gelerek korunmaları.
Ekonomi de bu şekilde gelişmiştir. Koruyup kollayan adalet dağıtan aynı zamanda toprak sahibi de olmuştur. Ağa olmuştur, kıral olmuştur. İnsanlar da adaletine güvendiklerine yanaşmış, onu lider edinip, onunla aynı safta savaşmışlardır.
Seneler geçtikçe durum bu basit kavramlardan çok daha karmaşık bir hal almıştır. Çünkü insan yazıyı ve eğitimi geliştirmiş, insanların doğup öldüğü; toplumun ise bir kültür olarak yaşamayı çok daha uzun süreler devam ettirdiği bir yapı oluşmuştur. Burda gurupçuluk kavramı da oluşmuştur. Günümüzde milliyetçilik, sosyalistlik, islamcılık, hıristiyancılık, ırkçılık, koministlik vs. gibi kavramlar gurupçuluğun alt kollarıdır. Gelişimleri ise karmaşıktır. Temelerinden biri bireysel mal mülk sevgisinin gurupsal mal mülk sevgisine dönüşmesidir. (yani aslında kavram sadece isim, yeşil gurup, mavi gurup da desen aynı. Maksat dahil olunan gurubun zenginleşmesi aracılığı ile zenginleşmek). Bir başkası bireysel inanımlara bağlı yaşam şekline hizmet eden gurup özelliğinin korunası için. Konu ne kadar karmaşıklaşırsa karmaşıklaşsın temeli gurubu oluşturen insanın en temel dürtüsü nefsinin arzuları ile alakalıdır. Toplum ve kültür meseleleri kendi başına birer konudur ben ekonomi ile ilgili olarak devam ediyorum.
Ekonomik açıdan koruyucu ve adalet dağıtıcı olan kralın(padişah, han...) gücünü temellendirdiği kaynak bir meseledir. Göçebe topluluklarda bu kaynak hayvanlar ve hayvanların beslediği bozkırlardır. Yerleşik topluluklarda ise yakın zamana kadar topraktı, tarlalardı. Ancak endüstri devrimi ile bu durum değişmiştir. Yeni durumda toprağın yerini hammadde, hayvanların ve sebze meyvanın yerini ise endüstriyel ürünler almıştır.
Bu konu hakkında biraz daha detaya inmek istiyorum. Endüstri devriminin dayandığı temel; iş gücü olarak insan ve hayvan dışında, diğer enerji kaynaklarının kullanılabilir olmasıdır. Çeşitli kimyasal enerji kaynaklarının hareket ettirdiği(benzetme olarak can verdiği denebilir) makinalar insan kolunun, bacağının yerine (hemde ondan çok daha güçlü, hızlı ve hatasız olarak) çalışmaya başlamıştır. Bu mekanizasyondur. Bilgisayarların da keşfi ile günümüzde taklit edilemeyen tek organ olan beyin de artık büyük oranda taklit edilebilir hale gelmiştir. Bu da otomasyon yani insanın tamamen devre dışı burakılmasına yönelik atılmış adımdır. Durum pek çok bilimkurgu filmine konudur.
İş gücü olarak makinaların kullanılabilmesi yeni bir kavramı daha mümkün kılmıştır. O da seri üretim. Bu tam bir bolluk demekti. Bolluğun adı ise Kapitalizimdir. Kapitalizimdir çünkü insanı taklit eden makinalar ucuz değildir. Bunların oluşturulabilmesi için belirli bir para birikimine ihtiyaç vardır. Biriken paranın adı da sermayedir. Sermayeyi biriktirecek kuruluşların adı da bankalardır. İnsanlar paralarını bankaya vade karşılığı verirler, bankalar toplanan büyük paraları en akılcı yatırımlara, en iyiyi araştırarak verirler (bu haliyle aynı zamanda paranın doğru yere gitmesinde de bir denetleyice vazife görürler). Ve sistem adete bir görünmez el vazifesi ile işler. Bolluk, bereket, herkes için mutluluk (kazan-kazan durumu) vardır. Devletin görevi ise insanların sürece fesat karıştırma kabiliyetlerine karşı önlemler almak ve yaptırımları uygulamaktır.
Şimdiye kadar anlattıklarım; kitaplardan anlayabildiğimin, anlatabildiğim en basit hali ile aktarmaya çalışışım. Ben inanıyorum ki durumun bir de anlatılmayan kısmı var. Tıpkı anlatılmayan din, Kurandaki din gibi.
Anlatılmayan şudur: her sistem gibi kapitalizimin de zayıf yanı vardır. Kapitalizim hastalıklı bir sistemdir. Hastalık paranın sürekli olarak bir noktaya toplanması eğilimidir. Başlangıç olarak bu, fabrikaların kurulabilmesi için gereklidir, ancak daha ve daha büyük birikimlerle, diğer bütün birikimleri yutarak sonunda sistemi işleyemez hale getirecek düzeyde bir eğilim vardır. Durumu basitleştirilmiş bir model ve örnekle açıklamak istiyorum. Kapitalizimin en basit birimi olan bir fabrika, patronu ve işçilerini ele alalım. Patron yatırımı yapar. Üretim gerçekleşir, her kes üretilen üründen alır ve para geri gelir. Bu noktada gelir orantısız dağılır. Çünkü işçi çok patron ise bir tanedir. Patron sahip olarak geri gelen paranın çoğuna el koyar. İşçiler ikinci sefer daha az para ile alışveriş yapabilir. Bu döngü tekrarlandıkça işçi mal alamaz konuma gelir. Patron biriktirdiği yeni paralarla yeni yatırımlar yapacaktır, ama bunları kime satacaktır?
İşte bu hastalıklı durum 3-4 saat uyku ile, karın tokluğuna çalışan işçiler, kanlı işçi olayları gibi meselelerin kaynağını oluşturmuştur. Hastalığı kendileri de farketmiştir. Subsidiaries ( kısaca zenginden al, fakire ver), sosyal devlet (yani temel ihtiyaçların devlet tarafından karşılanması) gibi kavramlarla önlemler almaya çalışmışlar. İşçi hareketleri ve sendikalaşma da gelir dağılım oranının biraz daha dengelenebilmesini sağlamıştır.
Bu hastalığa karşı alınan bir önlem daha vardır ki bu bütün dünyada fesat ve fitneye neden olmaktadır. Önlemin adı globalizasyondur.(aynı zamanda yeni nesil sömürgecilik anlayışının temlini oluşturmaktadır.) Globalizasyon kapitalizimin bütün dünyaya uygulanmış halidir. Örneğimize dönelim. Patron çeşitli sayıdaki döngüler sonucu fakirleşen işçiler yüzünden bir sonraki ürettiğini satamaz konuma gelmişti. Peki ya bu ürünleri satacak yeni alıcılar bulunursa. İşte size globalizasyon. Eğer henüz endüstrileşmemiş, kapitalizime geçmemiş bir ülkeye gider, vergileri yok eder (hatta kapitilasyonlar ile zıt vergi koyar) ekonomik olarak diğer toplulukları kendinize katarsanız, tıkanan sistemi çözmüş, yeni alıcılar bulmuş olursunuz. Bu yeni alıcıların durumu da bir müddet sonra aynı ana ülkedeki işçilerin durumu gibi olacaktır. Çünkü yeni ülke endüstrileşmemiştir. İşçi bile değildir, sadece yiyicidir. Almayı sürdürmek için ya satacak bir doğal kaynağa, ya da borç paraya ihtiyaç duyacaktır. Bir müddet sonra varsa doğal kaynaklarıdan olur, yoksa aldığı borçlar ve borçların borçları ile endüstrileşmiş devletlerin kölesi konumuna gelir. İş işten geçtiğinde ben bu işten vazgeçtim de diyemez. Çünkü birincisi artık bağımlı hale gelmiştir, kendi piyasası seri üretim ve ucuz mallar karşılığında yok olmuştur. İkincisi ne yaptığını çok iyi bilen endüstrileşmiş devlet, kölesi haline getirdiği toplumu aynı zamanda savaşamaz hale getirmek için askeri ve psikolojik her türlü uyutma önlemini almıştır.
Burada bir noktaya tekrar dikkat çekmek istiyorum. O da rekabet meselesi. Tekrar söylüyorum çünkü rekabet çok önemli bir meseledir. Endüstrileşmiş devletler kendi aralarında rekabet halindedir. Henüz endüstrileşmemiş devletlerin, geriden gelerek bu devletleri yakalamaları neredeyse imkansız, hatta imkansızdır. Rekabet doğayı incelediğimizde var olan kavram ve işlerin işlemesi için gerekli olandır. (Bakara148. Her birinin bir yöneti vardır, o ona yönelir. Haydi hep hayırlara koşun, yarışın! Her nerede olsanız Allah sizi toplar, bir araya getirir. Şüphesiz ki, Allah herşeye gücü yetendir.) Ve kapitalizim karşısına çıkan sistemlerin tutunamamasındaki ana etmendir. Dini guruplaşma (topluluklar ve devletler seviyesinde), kültürel guruplaşma, ırksal guruplaşma, çıkar guruplaçmaları (patronlar kulübünün devletler bazında oluşturulması ve bu guruba yeni bir üyenin doğal olarak istenmiyor olması [G8 dünyanın en zengin 8 ülkesi gibi]), toplulukların yaşadığı doğal çevrenin özellikleri(mesela çöl ülkesi ve yeşil bir ülkedeki toplulukları iten yaşam şartları, gelişebilirliğe ve eğitime etkisi) gibi etmenler toplulukların rekabet gücünü etkiliyen diğer faktörlerdir.

Özetle krallık hem şekil, hem el değiştirmiştir. Milyar dolarlara hükmeden yönetim kurul başkanları artık YENİ NESİL KRALLAR’dır. Günümüzde Kanuni Sultan Süleyman, muhtamelen Amerikada, bizim göremediğimiz bir yapılanmada, holding başkanlarının oluşturduğu bir gurubun da başındadır. Bunlar ekonomik açıdan dağın tepesindedirler ve çok geniş görebilmektedirler. Türkiye olarak bizim yerel kırallarımız anca derebeyi veya bizim dilimizde bizim köyün ağası olabilecek konumdadırlar. Globalleşme ile büyük kralların sözü her yerde geçmektedir.
Diğer bir mesele ise bu kralların neye inandıkları ve kimlerden oldukları meselesidir. Çünkü yazının başındaki basit dünya düzenine dönersek bunlardan bir kısmı adalet dağıtıyor, bir kısmı ise fitne çıkarmaya çalışıyor.